16 Ağustos 2011

Tayland'dan Sonra


Dersane başladı, test mest ama benim kafa hala Uzakdoğularda... Dönüş yolunda Bangkok havaalanında kaybolmamı aslında hiç dönmek istemememin bilinçaltı bi yansıması olarak yorumluyorum. (Freud, kedi canını senin) Tam burda önemli bi notu da eklemek gerekir ki Bangkok havaalanı ikibin bilmemkaç kasımında dünyanın en büyük havaalanı seçilmiş ve belki de bu ünvanı hala elinde tutuyor. Z'ye kadar terminal var bi kere, öyle diyim ben size.
Ege'yle babam pasaportlarını ararken ben direk kuyruğa geçtim, hani uyanığım çünkü. Benden sivrisi yok çünkü, adam gibi bekle aileni öyle onlarla beraber aile saadeti stayla gir di mi kontrol sırasına... Yok. Önden koştura koştura girdim. Bi yandan yanımdaki muhtemel Avustralyalı delikanlıyı kesiyorum, bi yandan arkadaki kızın kıyafetini inceliyorum derkeeen sıra bi türlü gelmiyor. Tabi Murphy'yle seviştiğimiz için benden sonra diğer kuyruklara giren herkes içeri giriyor ve ben o kuyrukta abartısız yarım saat kadar bekliyorum. Dünyanın en hantal Asyalısı pasaportumu kontrol ediyor ve içeri giriyorum.

Bu sırada Ege'yle babam beni bulmak için ikibin bilmemkaç kasımındaki ünvanıyla dünyanın en büyük havaalanında A'dan Z'ye tüm terminalleri üç kere turluyorlar. Hayır, bi de etraf bi buçuk metre boyunda beyaz tenli çekik gözlü kız dolu. Binlerce Eda...
Ama beni yeterince tanısalardı doğruca Free Shop'un kozmetik bölümüne, hatta spesifik olarak Clinique, MAC veya Benefit'e gidip orda beklemeleri gerekirdi. Eninde sonunda gideceğim yer orası; ama testesteronlarına verip alınmamayı tercih ettim ve beyaz göz kalemi dahil en ucube kozmetikleri topladıktan sonra pembe pantalonumla babam tarafından tespit edildim, ailecek dondurma almaya gittik.

İşte böyle tatlıya bağlanan (yo gerçekten, çikolatalı dondurma) bir macera da yaşamadım değil.

Hiç yorum yok: