2 Eylül 2011

Travmalar şehri

Her ne kadar gün itibariyle uygun düşse de bu bir "Ah burda olsan, çok güzel hala İstanbul'da sonbahar" yazısı değil. "İstanbul aşkım ben geldim"veya "İstanbul terk edip ayrılıp da tekrar döndüğün-kopamadığın bir sevgili gibi..." yazısı da değil.
Sadece dün Kızkulesi manzaralı bi yerde oturduk. Bugün Baylan'da Boğaz'ın alacalı bulacalı gay ışıklarının yanıp sönüşünü izleyerek kokteyl içtik. Denizse deniz, adaysa ada, boğazsa boğaz, istersen bazen bi de mehtap. İnsanı açabilcek ne varsa bi heybeye konmuş da İstanbul'un sırtına asılmış gibi geldi bir an.
Asya'yla Avrupa birleşiyormuş, iki kıtanın en yakın olduğu yermiş, yok Asya Avrupa'ya kavuşmuşmuş, doğal kaynaklarla teknoloji mi buluşuyor yok efendim jeopolitik olarak idol mü bilemem, bana ne. Sadece inilen her yokuşun denize, hele de böyle bi boğaza çıktığı bi şehirde doğup büyümüş olmak insanı şımartıyor, ben bunu bildim sadece.
Sabah bayram ziyareti akraba eş dost falan için Maltepe'de olup o derme çatma bok püsürden akşamüstü Boğaz'a karşı içebileceğin başka bi şehir tanımıyorum ben.
Travmalar şehri bu.
Okan Bayülgen'i sevmiyorum, adam ukalanın/çirkinin/"Tanrım çok marjinalim ben, sanatçıyım bi kere"nin önde gideni; ama bi kızım olsa adını İstanbul koymayı düşünebilirim. Haklı olabileceği tek nokta belki de.
Hani akıl mantık şehri değil. Dinamik desen aynı zamanda huzurlu, enerjik bi o kadar da sakin, hani eğlenceli ama isterse fena da bayar "Bodrum'da domates yetiştircem" de dedirtir, cıstak cıstak kopuş desen o ruh haline de bürünür, yok elimi eteğimi çektim desen gelir koynuna yatar. Ne bliym, İstanbul'un sanki kocaman bi kostüm & makyaj odası var da diğer şehirlerin yok gibi. Şıllık yani, hafifmeşrep. Ama yani yeri gelirse de iffetli. Stresinden trafiğinden boğar da bi kaşık suda boğmaz.


İstanbul, sen dev bir kedisin.

Hiç yorum yok: