14 Nisan 2010

Sana büyük bir sır vereceğim, Senden Korkuyorum


Son bikaç gündür akşam yemeklerini Starbucks'ta kaçamak halinde atıştırıyorum.
Her şey eve istenmeyen misafirlerin gelmesiyle başladı. Nereye gitsem, ne yapsam? diye uzun bi süre düşündüm taşındım ve her uzun düşünme taşınma sonrası varılan cevap gibi sonucum en basidiydi: Starbucks!
Aldım kitabımı, attım kendimi evden, koşar adımlarla doğru en yakın Starbucks'a. Karnım da acıkmıştı hani (tamam itiraf ediyorum, çok da aç değildim; ama akşam yemeği saatim gelmişti. Tamam mı!!!). (Hayır sadece gerçeği ama gerçeği itiraf ediyorum ki: akşam yemeği saatim de değildi; ama arada bi tat duygularına da hitap etmek gerek yaa, kuru kuruya içecek gider mi :D )
Böylece etli fajita sandviç ve çay aldım oturdum en köşedeki koltuğa, yayıldım masaya... (Bu arada çay + etli fajita kombinasyonunu tavsiye etmiyorum; zira etli fajita acılı, çayla can yakıyor. Ama ikisi ayrı ayrı güzel:) ). Açtım kitabımı, zaten sürükleyiciydi. Bi saat falan takıldım öyle, gittikçe daha da yayılarak. Uzun zamandır yaşadığım en keyif dolu kaçamaktı. Böyle bi huzuuur, bi kendiyle başbaşa kalma, takmama, hafif bi bohemliiik... :) Şiddetle tavsiye olunur!
Tabi daha sonraki kaçamaklarda ağzı yanan yoğurdü üfleyerek yedi, çayla acılı bişey sipariş etmedi, kepekli pufa yöneldi, mutlu oldu. (:
Starbucks klişe mekan, tikilerin uğrak noktası, ciks kafe, her yerde, Starbucks kusabiliriz falan ama kabul etmeli ki genel atmosferi, renkleri, müzikleri, self-service olayı, ürünleri ve konforu hoş. Yiğidi öldür hakkını yeme. Ayrıca hiçbi çalışan da gelip "Hadi kalk artık!" bakışlarıyla rahatsız etmiyor. Arada gidip böyle de takılınası. Tabi yeni önerilere de hep açığım o ayrı. (:



Bugün bi de Başka Dilde Aşk'a gittim. Çok uzun bi zamandır görmeyi istiyordum, iyi oldu. Hani bi şeyi aylarca planlarsınız da bi türlü gerçekleştiremezsiniz ya, işte bu filmi izlemeyi de bi arkadaşımla planlaya planlaya harap olmuştuk. Yeşilçam Sineması'nın da yardımımıza koşmasıyla üstümüzden adeta bi yük kalktı.
Yeşilçam Sineması'na da ilk defa gitmiş oldum. Kabul, yapay bi mekan, kabul biraz da özenti, kabul çok da film izlencek büyüklükte değil... Ama ben böyle izbe yerlerdeki, yapay da olsa hafif retro, genelde kırmızı-bordo ağırlıklı, kimsenin çok da uğramadığı yerleri seviyorum. Örnek iki: Beatles Cafe. (:

Film hoştu da, herhalde aylardır görmeyi beklediğim için çok da tatmin edici değildi. Yüksek beklentilerle mi gittim nedir?
Bazı gereksiz, hatta saçma öğeler vardı. Kızın işyerindeki sorunları mesela, hiç olmasa da olurmuş.
Ama Mert Fırat'ın performansı çok etkileyici. Çocuğun gerçekten sağır olduğuna inandım da acıdım. And the Oscar goes to... Mert Fırattt! bile dedim içimden.

Aslında Zeynep'le Onur arasındaki aşk çok tatlı. Ve hikaye de (biliyorsunuzdur, sağır bir gençle bir kız arasındaki aşk) oldukça özgün. Hiç engellileri bu şekilde merkeze alan bi film izlememiştim daha önce, hoşuma gitti. Toplumsal mesaj verelim, sağırlara iyi davranalım, yazıktır günahtır onlar da insan olayına çok da fazla girmemiş ki bu da seyirciyi boğmuyor.
Bi de ben çiftlerin ev dekorasyon sahnelerine hemen tav oluyorum ya. Hemen hemen tüm tatlı aşk filmlerinde de var yani, her defasında kanar mı insan? Benjamin Button'da çiftin 40lı yaşlardaki, bi tek yer yatağına sahip oldukları ev sahnesi mesela... Ya da Aşkın 500 Günü'ndeki IKEA evciliği... Bu gibi sahnelere sempatim X'imin yanındaki ikinci X'imden mi kaynaklanıyor, yoksa erkekler de sever mi böyle jelibonik şeyleri?
Her neyse... Bu film bana dokundu, bilinçaltıma işlediğine eminim. Çok mükemmel olmasa da damağımda hoş bi tat bıraktı, okuldan direk eve gelmekten beni kurtardı da hoşça iki saat geçirtti sağolsun. (: Aaa bu arada ikinci yarıda biraz ağladığımı itiraf etmeliyim. Bi de yanındakine çaktırmama çabalarıyla ne zordur o iş, di mi? (: (Ki muhtemelen bu itiraftan da sonra O da bunun farkında artık...)

Peki iki insan hiç konuşmadan anlaşabilir mi?
Evet.
Neyse ki gözlerimiz yansıtıyor.

günün son itirafı: Acilen iPod'um için USB'den bağımsız bi şarj aleti almam gerek! İnsan bi haftadır üşenir mi ya iPod'unu şarj etmeye? Sanki şarj da benim metabolik enerjimden kesiliyor, hayret bi şey. Ama bu sayede metro yolculuklarında kitap okuyan o entellerden olabildim, o ayrı.

2 yorum:

shine dedi ki...

Bir erkek öyle jelibonik bir şeyi sevgilisinin mutluluğunu görmekten zevk alıyorsa sevebilir anca.. yoksa pehhhh. bıraksan odalarında bilgisayarda savaş oyunları, playstationlarda pes oynaya oynaya öldürürler.. öhöm şeyy..geçirirler zamanlarını...

Eda dedi ki...

(: Bu ne feminizmdir