16 Nisan 2010

Mine Vaganti, Lecce ve Şarap

Haftaya ortak sınavlar başlıyor, hele ilk üç gün fatal derecede korkunç derslerin kombinasyonlarıyla boğazımda düğümlenmekte. Herhalde onun için canım gezip tozmak, keyif yapmak istiyor çok. (Böylece Starbucks kaçamaklarına açıklık getirmenin verdiği huzurla yazıma devam ediyorum)


Dün okuldan sonra koşa koşa Kanyon'a Mine Vaganti(Serseri Mayınlar)'yi izlemeye gittim. Bu gnctrkcll kampanyasını da sömürmekteyim, hoşuma gidiyor. (:
Çok çok uzun zamandır bi film bu kadar keyiflendirmemişti beni. Hani film biter de koltukta çakılı kalırsınız ya, işte öyleydi. Salonun kapısından gerçekliğe adım atmak istemedim, üzüldüm. Tadı damağımda kaldı.
Konusu özgün. Eşcinsel kardeşlerden büyüğünün, bunu kabullenemeyen tutucu ailesine sonunda bu gerçeği açıklamasıyla başlıyor olaylar. Ailenin her bireyi kendi dünyalarında, ayrı ayrı ilginç hikayelere sahip. Abisinin kendisinden önce bunu itiraf etmesi ve babaya kalp krizi geçirtmesiyle küçük kardeş ne yapacağını şaşırıyor. Roma'ya dönüp yazar olma, erkek arkadaşıyla yaşama hayalleri suya düşüyor. Hiç istemediği halde ailenin makarna fabrikasının başına geçmek zorunda kalıyor...

Karakterlerin her biri çekici. Hele Alba. O ne kadındır öyle, tam bir İtalyan kadını. Arabasını sürerken babet giyip arabadan çıkınca çaktırmadan bagajdaki topuklularını ayağına geçiren, kulak hizasındaki dalgalı saçlarını savura savura yürüyen, çoğu zaman seksi, gerektiğinde de iri gözlerini kırpıştırıp kendine acındırmayı da bilen, kızdığı sevgilisinin arabasını sokak ortasında çizip dikiz aynasını da yine kocaman topuklu ayakkabılarından biriyle kıran, Alberta Ferretti elbisesiyle salınan çekici bi kadın. Karizmatik.


Aile çok komik, eğlenceli, samimi. Tipik güney İtalyan ailesi. Bi tek kuş sütünün eksik olduğu kocaman sofralar etrafında birbirlerinin laflarını kese kese uzun ve keyifli sohbetler eden, büyük bi evde herkesin birbirinden haberdar olduğu, kadınların susmayı bilmediği, enerjik bi aile.
Ailenin büyükannesi bilge nine rolünde. Zarif, her zaman söyleyecek derin bi şeyleri olan, yaşına rağmen hala güzel ve film sonunda bizi oldukça şaşırtan, iyi takip edilmesi gereken bi karakter.
Evde kalmış, ayyaş hala herhalde en komik karakterlerden. Bu halamızın penceresinden her gece ayrı bi sevgilisi girer ve çıkarken belli olmasın diye halaya "Hırsız Var!" diye bağırmak düşer. (:
Bi de tabi Tomasso'nun kendi gibi eşcinsel; ama bunu Tomasso'nun ailesine belli etmemeye çalışan, türlü türlü rezil olan arakdaşalrı var ki, katıldım.



Küçük İtalyan şehri Lecce çok güzel. Pastel renkli dar sokakları, güneşli havaları, minik caféleri, butikleri, pastaneleri... İtalyanca ilginç. Birbirlerine laf sokmaya bayılan, dedikoducu İtalyanlar bize çok benziyor. (: İtalya'nın güneyi, Avrupa'nın Türkiye'si ne de olsa.
Filmin müzikleri tapılası! Bi şarkı var ki -jenerikte çalan- hala mırıldanıyorum(yani mırıldanmaya çalışıyorum, pek başarılı olduğum söylenemez) Ve tabi ki bi Sezen Aksu'yla kapanış yapılmış.
Ferzan Özpetek'in eline sağlık, belli ki emek vermiş çok. Tipik Ferzan sofraları, keyifli sahneleri, müzikleriyle dolu iki saat için mutlaka gidin! Günü kurtarabilecek bi film.


Tabi filmden sonra canımız şarap çekmişti, House Cafe'ye gittik. Annem bi kadeh şarabını aldı, ben de minik pidelerle çay...
Zevkten dört köşe oldum dün. Ağzım kulaklarımda, gözlerim gülmekten iyice kaybolmuş, gamzelerim kendini bol bol göstermiş bi şekilde döndüm eve.

Ferzan Özpetek, filminin başrol oyuncularıyla birlikte VOGUE Mart'ta da yer almıştı. Şimdi o yazı daha çok anlam ifade ediyor.

Bugün de gezdim tozdum. Ama onu yarın anlatırım artık, erken yatsam iyi olur. Erkenden güne fit bi şekilde başlıyıp yürüyüş yapmak istiyorum. (Çoğu zaman da yalan olur yani! Neyse, hadi bakalım!)

Hiç yorum yok: