Yok efendim ağaçların yosun tutan tarafı kuzeymiş, çoban yıldızı hep kuzeydeymiş, karınca yuvalarına bakarak yol bulurmuşsun hiç uğraşmayın...
Etrafta A&F eşofman altlı, başı kapşonlu tercihen beyaz pufuduk yelekli, uzun postiş saçlı, "doğal makyaj" ayağına bol pudra ve bronzlaştırıcılı, Timberland botlu veya UGG'lı bi tikicancık görüyosanız, kesinlikle Cadde'desinizdir! İnin en yakın yokuştan aşağı, denize / Caddebostan Sahili'ne ulaşırsınız.
Bakın, apolitizmi kökleyen bi insan olarak bu konularda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak için hiç konuşmuyorum: Ama bu kızcağızımızın bu kombinasyonunu yasaklayan ilk partiye vericem ben oyumu, gerçekten!
Ha aynı parti bi de "Starbucks kapitalizmin babası, hayatta gitmem." şeklinde inat eden, ne bliym Cumhuriyet okuduğunu herkese göstermek için metroda orda burda açıp gazete okuyan, entel gözükebilmek adına Fransız edebiyatından saçmasapan alıntılar yapan, numarasız gözlüklü insanı da yasaklarsa ooh kebap...
Aynı parti Pelin Batu mentalitesini de yasaklasın mesela?
Ya da yogayı spordan saymayan yaşlı teyzenin akbilini indirimli yapmasın...
İşte bu parti, benim oyumu alır, sandıktan EVET!le çıkar arkadaşım!
25 Ekim 2010
11 Ekim 2010
Tarihten pazartesiyi çıkar, hiçbi şey kalmaz
Bu post'ta hepimizin ortak paydası, yüz insandan 99'unun müzdarip olduğu (diğer birinin de zaten insanlığını sorgularım ben) Pazartesi sendromundan bahsetmek istiyorum.
Pazartesi haftanın en öcü günü. Pazartesi geliyo diye Pazarlarımı yaşayamam ben mesela. Hani kar tatili olur da, acaba ertesi gün de tatil ederler mi diye düşünmekten kıvranırsın ya, onun gibi.
Pazartesi okul başlayacak, yine karga bokunu yemeden yataktan kalkılacak, diyete başlanacak, bu hafta kesin para biriktirilecek vesaire vesaire... (He son ikisi pazartesi öğlen itibariyle "koy götüne!" şeklinde yalan olur, o ayrı...)
Ama bence insanın lök diye boğazına oturup ordan midesine giden; (karın ağrısı bundan hep, gerçekten.) Pazartesi'yle beraber hep aynı döngünün içinde dönüp durduğumuzu, tekerleğinin içinde dönüp dönüp de bi yere varamayan bi hamster olduğumuzu, monotonluğumuzu, boşluğumuzu, anlamsızlığımızı tekrar fark etmemizdir. Pazartesi sendromu bu açıdan varoluşçuluğa bile bağlanabilir, La Nausée'yi hatırlatabilir, bu illet aslında derin felsefik bi konudur.
Demek istediğim şu ki, o tekerlekte dönüp dönüp duruyoruz da her hafta aynı bokun laciverti.
Pazartesi haftanın en öcü günü. Pazartesi geliyo diye Pazarlarımı yaşayamam ben mesela. Hani kar tatili olur da, acaba ertesi gün de tatil ederler mi diye düşünmekten kıvranırsın ya, onun gibi.
Pazartesi okul başlayacak, yine karga bokunu yemeden yataktan kalkılacak, diyete başlanacak, bu hafta kesin para biriktirilecek vesaire vesaire... (He son ikisi pazartesi öğlen itibariyle "koy götüne!" şeklinde yalan olur, o ayrı...)
Ama bence insanın lök diye boğazına oturup ordan midesine giden; (karın ağrısı bundan hep, gerçekten.) Pazartesi'yle beraber hep aynı döngünün içinde dönüp durduğumuzu, tekerleğinin içinde dönüp dönüp de bi yere varamayan bi hamster olduğumuzu, monotonluğumuzu, boşluğumuzu, anlamsızlığımızı tekrar fark etmemizdir. Pazartesi sendromu bu açıdan varoluşçuluğa bile bağlanabilir, La Nausée'yi hatırlatabilir, bu illet aslında derin felsefik bi konudur.
Demek istediğim şu ki, o tekerlekte dönüp dönüp duruyoruz da her hafta aynı bokun laciverti.
4 Ekim 2010
Yogayı spordan saymayan kadın, kırdın beni...
İtiraf ediyorum: Kulağa hafif elitist geldiği için başladım yogaya. Elimi verdim kolumu kaptırdım. Kafein alıyo gibi, her hafta üç akşam gidiyorum, nefes al-nefes ver yapıyorum.
Dışarıdan çok absürd bi görüntü aslında. İş tayyörünü çıkarıp eşofmanlarını giyen, saçlarını tepelerinde Hakan Yıldırım modeli yapıp matını kapıp gelen bi sürü tip... Sürekli bohem pantalonlar giyip, kurban bayramını "katliam" olarak nitelendiren, tahminimce vejeteryan, burnu hızmalı-bileği dövmeli zıpçık hippie kızdan, memur/muhasebeci tipli - gözlüklü ve bodur hanıma, prova saatlerini yoga saatlerine göre düzenleyen ve kasketlerle gezen bass gitaristinden, esneklikten zerre kadar nasip almamış ve her hareketi "bitse de gitsek!" şeklinde yaptığı aşikar olan adama toplumun her kesiminden insan...
Hepsi aynı odaya toplanmış, parkelerin üstünde, cıbıldak ayak gözleri kapalı beşik gibi sallanıyo mesela. Ya da aynı kalabalık -yine gözler kapalı- yoga matının üstünde kıvrım kıvrım kıvranmakta...
Efendim, mesele o değil. Bi keresinde birbirimizi-daha-yakından-tanıyalım konuşması yaptığım yaşlı bi teyze "Spor yapıyo musun?" diye sormuştu. Gururla "Evett!" dedim ve ekledim: "Yoga!"
Şöyle bi süzdü beni, dedi ki: "Aaa.. Ama yoga spor değil ki..."
Ulan! Bu yaşlıya metroda yer vermem lan ben!
Ne diyosun teyzeee? Ne diyosun seen? Kendine gel!
Yoga bildiğin spor oğlum. Bildiğin spor! En azından, advanced yoga hakkında bunu iddia edebilirim. Bi kere ardından duş alma isteği hissettiğin her türlü fiziksel aktivite spor olarak kayda geçebilir. Ayrıca, anam ağlıyo be benim o bi saatte. Emeğe saygı, lütfen.
Demek istediğim şu ki, çok pis güneşe selam veririm.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)