Didim dönüşü bikaç bi şey biriktirdim:
- Bi kere erkekler dizden aşağıda mayo giymesin kardeşim. İğrenç ya... Hem rahat da değildir, o ne öyle sudan çıkıyosun kuruması bi dert, kuruyana kadar şlop şlop. Hayır gidin slip giyin falan da demiyorum da makul boyutlarda, ne bliym diz hizasında falan adam akıllı bi mayo bulun geçirin ya üstünüze.
- Yazlık siestalarını çok özlicem bak. Esen varendadaki salıncakta uyuklamak gibisi yokmuş.
- Bi de elektro müzikle 300-500 şeklinde ritm tutarak kopan, yolcuları aldıktan sonra "Hazır mısınıııız?!!!" diye neşeyle bağırıp "O zaman LET'S GO!" nidaları atan, böyle kendi kendine DJ takılan bi minibüs şoförü gördüm hayatımda ilk defa. Hala şoku atlatabildiğime emin değilim.
- İncik boncuk bi tek tatilde alınıyo ya. Böyle de bi tespit yaptım.
- Eskiden Sultanahmet'te falan görüp de dalga geçerdim kocaman hasır şapkalı çekik gözlü turistlerle de, işin aslı öyle değilmiş. Baktım iş ciddiye biniyo, ıstakoz kıvamına geliyorum yavaştan, hemen kenarları yaklaşık 20 cm'e varan hasır devasa bi şapka aldım da bu ne rahatlıktır. Mis ya... Yakında mayoma parasol de diktirtçem...
- Sabah sabah serin deniz, bahsettiğim siestalar, kısmen huzurlu yazlık hayatı, bahçeden taze koparılma sebze-meyve... Hepsi iyi güzel de... İstanbul bambaşka be. İstanbul insanın böyle, bağrına demirlediği, fark etmese bile nereye giderse gitsin taşıyıp özlediği yuva. Özledim seni İstanbul...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder