29 Haziran 2010

Neden?

Bugün Esra Erol'un evlen benimle tarzı programını izledim. Hepsini izleyebilecek kapasitede olamadığımı anladım, bi bölümüyle yetindim.

Adamın teki konuşuyordu:
"Selma Hanım, her şeyden önce çok iyi bi insan. Sevilmeyi kesinlikle hak ediyor. Biri olsun, onu sevsin, korusun kollasın. Hepsini hak ediyor. Eli yüzü düzgün, iyi kalpli, iyi niyetli, çok hanımefendi bi insan..."
Böyle beş dakika falan konuştu da konuştu, özellikle Selma Hanım'ın sevilmeyi hak ettiğini de vurguladıktan sonra son noktayı koydu: AMA O ADAM BEN DEĞİLİM.

Tanrım!
İğrenç.
Neden bunu yapıyorsunuz ha, neden? Baştan hiç niyetiniz yoksa umut vermeyin be, yazıktır günahtır. Hadi şimdi dağılın.

25 Haziran 2010

Çık İçimden Aşk-ı Memnuuu!

Türk tarihinde bir devir dün itibariyle kapanmıştır. İyi bari dizi 3D televizyonlar çıkmadan bitti de Peyker'in elmacık kemikleri gözümüze gözümüze girip bizi daha fazla taciz etmiycek.
 
Dizinin "Behlül kaçar!" şeklinde bitmesine ne demeli? İki yıl boşuna izlemişim lan. Bu mudur ha, bu mudur?
Peki bunca yıl sarışın bellediğimiz Behlül'ün saç-sakalının aslında gür gür, pala esmeri olması? Ulan Behlül, yıktın lan beni. Zaten sevmemiştim seni ta en başından. Herkes ne kadar yakışıklı olduğunu konuşurken, ben ellerinin ne kadar iri, parmaklarının dolma gibi olduğunu söylüyordum. Hayır beğenmemezlik değil de, çok sarı be... Neyse, o da homeless oldu çıktı zaten. Gitmemek lazım üstüne.
 Behlül'e dair kafamda kalan tek şeyin kelebek yüzüşü olması dışında, adamın burnunun küçüklüğü de beni yedi bitirdi. Çetin, Hilmi, Behlül, Adnan madnan... Yok abi, en coolları, aile babası olmasına rağmen Nihat be. Cool guy.

Hilmi de adam gibi adammış, helal olsun.
Peki Nihal'in sorunları? Herkes kızı masum, saf zannederken kızın her şeyi kendine yontan megolamanın teki olması? Biri ağlasa, "Benim yüzümdeen!" diye bağıran şımarık şebeleğin teki... Pis ensest. Zaten sorunlu mudur nedir, tek arkadaşı Pelin. Sosyal ortamlarda sıkıntı çeken bi kızdı o, dizi bitti de daha emo'laştığını görmedik, çok şükür.

Tabi bi de tüm Ziyagil ailesinin Galatasaraylı olması sorunsalı var. Behlül o hovardalıkla nası GSÜ'de? Bülent? Çalişmicam lan ben de ÖSS'ye, Behlül bile GSÜ'ye girdiyse ben haydi haydi yaparım ya. Zaten ÖSS'de kazanamazsam, artık playboy kuzenimle falan evlenirim. Ne bliym babamın aldığı yatla balayına falan çıkarım. O stresle tüm dolabımı yeniler, ordan oraya topuklularla gezen bi tip olurum, ohh.

Sabreden derviş muradına erermiş, sevindim ya Matmazel'e. Yavrum, kıyamam. Zarif kadın evelallah.

O değil de, Türkiye'nin tek güzel insanlar-mekanlar-kıyafetler gösteren, gözümüzü gönlümüzü açan dizisi bitti ya yanarım yanarım ona yanarım. Biz Masa'yı, Harvey Nichols'ı hep seninle keşfettik be Aşk-ı Memnu. Napsak, Küçük Sırlar'a mı sarsak? :)

21 Haziran 2010

Mango'da Vahşet

Mango indirim günlerinde sakın ola adımınızı atmayın içeri.
İçerde vahşi doğa hüküm sürüyor. İlkel kabile hayatı yeniden can buluyor.
Kadınlar içindeki "kedi kadını" vahşi bi kaplan/sırtlan şeklinde dışarı çıkarıyor. Gözlerini diktikleri parçalara pençelerini inanılmaz bi çeviklikle geçiriyor, pusuda boş kabin bekliyor, istedikleri eteğin kalan son bedenini alan rakibi hemcinsine hırlıyorlar.
Çok korktum ben bugün. Tarzan bile korkmuş, ortalarda falan gözüktüğü yoktu. Jane'i yollamış olabilir tabi, o ayrı.

Yok kardeşim ben sezon fiyatından almaya razıyım.

20 Haziran 2010

Festival Akar!

Son bikaç gündür bayağı haraketliydi.
Pazartesi başlayan GSL Fest Perşembe bitti. Pazartesi öğlen işim vardı eve döndüm, Salı 21:00 gibi döndüm, Çarşamba Mor ve Ötesi sonrası 00:00'da döndüm, Perşembe hiç dönmedim artık sabahladım (: Uslu kız olarak başladığım bu festivali de böylece dağıtarak bitirdim, hoş oldu. (:
  • Mor ve Ötesi iyiydi hoştu da, eski şarkılarından daha çok çalmalıydı. Hadi Harun'un hatrına fazla laf etmiyorum. (Harun da hafif efemine midir nedir... Mor gömleğini grubun adına veriyorum da o dans figürlerini açıklayamıyorum. Bi de adam oley, oley, oley! çektirmeyi bilmiyo ki insanlık ayıbıdır!)
  • Nevi'de shaker shot alınınca iyi shake edilmeliymiş, bunu öğrendim. Yoksa ilk shot meyve suyu, ikincisi sert, üçüncüsü yine meyve suyu, dördüncüsü sert şeklinde gider biline.
  • Bedük, Mor ve Ötesi'ne basar. Bu kadar uzun süre dans ettiğimi hatırlamıyorum. Ozan'a da beni sırtına aldığı için ayrıca teşekkürler! (: (Minyonluk kaliteli!)
  • Küçük Beyoğlu, Asmalı'dan çok daha iyiymiş. Masaları, servisi, garsonların da üniversiteli kafa tipler olması, senli-benli kanka modunda konuşması pek bi keyifli. Cin fizz onayımdan geçti, sırada White Russian var.
  • Kallavi'nin manzarası pek bi güzelmiş, St. Antoine Kilisesi'nin papazlarını falan kese kese oturduk. :D (Yok lan öyle bişey, ciddi değildim. İsa misa çarpcak şimdi...) Bi de "Üşürseniz Şal İsteyin!" yazısı cafe'ye ayrı bi hava katıyo, gidilesi bi soluklanası.
  • Dalga geçiyorum falan da sabahlamaya bi hırka, bi şal mutlaka gerek.
  • İnsan sevdikleriyle olunca, dünyanın en rahatsız köşelerinde bile sabaha kadar uyanık kalabilirmiş. (:
  • Ha bi de alımlı bi kız değilseniz, masaya çerez ikram ettirmeye kalkmayın, hesaba fena işler.

    14 Haziran 2010

    Kaçabilirsin ama Saklanamazsın Umut! :D

    Hayat ironik lan, ben bugün bunu anladım. Murphy ekstra mesai yaptı da bugün.
    GSL Fest kapsamında bugün güya 13:00'te Uykusuz çizerleriyle söyleşi olacaktı. Ben de yolda çeşitli badireler atlatmama rağmen (cüzdanda para olmaması, yolda yürürken ayakkabının kopması vesaire... Evet arkadaş, ayakkabı da koparmış!) koştura koştura bi gittim: YALANMIŞ!

    Ühühühü modlarından çıkar çıkmaz İdil'i de kaptığım gibi Uykusuz'un binasına yürüdüm emin adımlarla (Evet, ayakkabımı da değiştirmiştim bu arada!). Eee nasılsa Umut da kanka modunda, kendimizden ve Umut'un bizi tanıyacağından emin, zili çaldık. Sekreter tarzı bi kadın açtı kapıyı. Biz, onunla söyleşiyi tartışaduralım, arka odadan Umut Sarıkaya eli kolu dolu ilerlerken bizi gördü. Önce gafil avlanmanın verdiği bi iki anlık şokta kaldı, yüzünde hafif şaşkınlık - hafif korkuyla napçağını şaşırdı ve ani bi refleksle ayağıyla arkadaki kapıyı kapayıp tahminimce arkasını dönüp depar attı.

    Tabi biz dumur! Yapılır mı bu Umut? Oldu mu şimdi Umut?
    Oysa ilk tanışmamızda, bize bıyık altından gülmene, Uykusuz'un son sayısını hediye etmene, imza vermene, güleryüzüne kanıp seni de bizden sanmıştık. Sen de hafif eziktin. Sen de kafa adamdın be, sen de kankaydın. Güzel mi oldu şimdi be Umut, hoş mu oldu?

    Bu dumurun ardından olayın geyiğini döndürürken, eve döndükten sonra tanımadığım bi numaradan edebiyat parçalayan bi şiir geldi. Yok efendim mide bulantıları beş saat uzaktaymış, paçaları ıslakmış da sirk karakteri gibiymiş de bi gelin görün civarında kendini unutmuş kişiymiş. Ben de haliyle "Sen kimsin?" şeklinde bi tepki verdim ve cevap:
    -Pardon bi arkadaşıma olcaktı, yanlış göndermişim. Ben gelin görün civarındaki kendini unutmuş Umut. (: (Umut'un yaygın bi isim olması umrumda değil!)

    Lan dalga mı geçiyosunuz benle? Kader ağlarını mı örüyosun? Noluyo lan, noluyo? Ben mi paranoyaklaşıyorum, yoksa hayat Shutter Island'a mı dönüyo?
    Ne istiyosun benden Umut!

    12 Haziran 2010

    Dünya Kupası 2010 gelmiş Vuvuzela'dan Anladım


    Yok niyetim futboldan konuşmak değil. Zaten tam bi kız gibi bakıyorum ben bu futbol olayına. Bi topun peşinde 20 kişi höttürü höttürü ordan oraya, noluyo kardeşim, bi durun da... (Hehe kalecileri de bu hesaptan çıkarcak kadar akıllıyım yalnız, neyse.)

    Benim derdim şu Vuvuzela'yla.
    Vuvuzela, Hitler dönemi gizli bi antisiyonist işkence aleti olabilir, gerçekten. O ne sestir, o ne "tüm saha tek yürek"tir? O nedir, nedir?! Beynim uyuştu be vız vız vızz. Yok kraliçesi gelse susturamaz bu arıları.
    Baktım hayat enerjim sömürülüyo falan, noluyo lan?! dedim. Meğer salondan iki saattir Vuvuzela dinliyormuşum.

    Hayır bu saatten sonra adamda Afrikalı'ya acıma duygusu da kalmaz. Hadi beynimin içine ediyosun, hümanızmamı, merhametimi ne diye elimden alıyosun be Vuvuzela?
    Ya bu adamlar en son açlıktan ölmüyolar mıydı, bebeler kwashiorkor'la savaşmıyo muydu, fakirlikten harap değiller miydi, nerden çıkarmışlar bu Vuvuzela'yı? Ya bi git Amerika'ya, bi kapitalizmin babası ülkelere öttür şu Vuvuzela'nı be Afrikalı. Benim suçum ne bu adaletsizlikte?

    6 Haziran 2010

    Sarhoş Değildim, Hatırlıyorum: Umut be!

    Bu cuma çok epic'ti diyelim.
    Okul çıkışı sıradan başlamıştı aslında. Töreni bi şekilde atlatıp kaçtık, bişeyler atıştırdık. Genel olarak hakim düşünce: Sınavlar bitti ulan, içicez.
    Nevizade'ye gitmek istemedi canımız, "Aman Nevizade'ye de hazılrıklar falan doluşur oldu, çoluk çocuktan geçilmiyo" şeklinde şikayet ederek. Halbuki biz gittiğimizde de bir üst dönemler aynı şeyi söyleyip bıraktılar Nevi'yi falan. Sanırım bu bir kısır döngüydü ve devir teslim sırası bize gelmişti.
    Her neyse, böylece Asmalımescit'te Pasifik'e gittik.
    Happy Hours'dan yararlanıp tequila shotları döndürürkeeeen...

    "Lan" oldum bi an (Bu kaba bir ünlem değildir, evet hafif taşradır; ancak ani şok anında her asilzadenin de ağzından kaçar efendim!), "Umut!".
    "UMUT SARIKAYA!"
    Evet, adam resmen önümüzden geçip gidiyordu. Masadakilerin "Kaç shot devirdin?!" söylenmelerine aldırmadan iki kişiyle beraber adamı takip etmeye başladık. Bildiğin Asmalımescit'te koşan üç tip. "Kaç shot?" bu sırada, herkesin aklındaki yegane soruydu.
    Umut'u böyle koşarak 10 km falan takip ettik. Uykusuz'un binasına girdi, merdivenleri çıktı, bi anahtar sesi duyduk ve "Adamın evi olmasın?" diye kendi kenidimizi Yusuf Yusuf! ederek haneye tecavüz etmekten korka korka masamıza geri döndük.
    Sonra tabi bizi aldı bi pişmanlık... Gidelim ya hazır görmüşüz adamı, diyerek geri döndük zili çaldık. Zaten kafalar hafif iyi, bi cesaret gelmiş...
    Kapıyı UMUT SARIKAYA açtı! Gerisi aşağı yukarı şöyle:

    -Eee... Biz imza almaya gelmiştik de... Şey aslında biz kendi kağıt-kalemimizi de getirdik.
    (İçeri buyrulma ve bizde bi havalanma)
    -İmza? Iı, şey, tamam. (:
    -Ya biz sizi çok beğeniyoruz zaten imza almaya gelmemizden anlamışsınızdır...
    -İsim neydi?
    -İdil, Eda.
    -Nerde okuyosunuz?
    -Galatasaray'da.
    -Aa burda yani. Ne güzel. (Galatasaray'ın ismiyle insanları etkilemesi (: ) Kaçıncı sınıf?
    -Lise 2.
    (Biraz boş bi ifadeye denk gelince tabi "10 oluyo" diye bi açıklama da yaptık. Adam ne bilsin canım, lise ikiymiş onmuş hazırlıkmış cartmış curtmuş...)
    Sonradan tabi bi pişmanlık, "Üniversite mi deseydik ya takılırdık, o da bizden biri. Hafif ezik, ortalama insan ya eğlencelidir" düşüncesi. Peki biz ünsüz fanilerin kendini ünlü fanilerle özdeşleştirme çabası? (:

    Her neyse bilimum saçmalama, Umut'un bize ayıp olmasın diye bıyık altından gülmesi (teşekkürü borç biliriz!), kağıtla beraber Uykusuz'un son sayısını da imzalatma sonunda kulaklara varan gülümsemelerle çıktık Uykusuz'un binasından.

    Bi de yalnızdı Umut: (Ve direk isimle hitap edip senli benli olma?)
    -Ya aslında sessizmiş.. Biz burayı çok geyik dönen bi yer zannediyoduk.
    -Yani tabi yalnız olunca.. Tek başıma mı geyik çeviriym (:

    Hayır sarhoş değildik:

    4 Haziran 2010

    Looney Tunes'dan bi Mika gördüm sanki!

    Festival mevsimini sömürüyo muyum neyim.. (:
    Miller Freshtival'a Mika'nın geldiğni duyunca hemen aldım bilet, bastım parayı yani (evet para dediğim de 30 küsür.. *öhöm*)
    Festival çok iyiydi, organizasyon tamdı vesaire tüm klişeler...
    Ama gerçekten ortam tam bi festival ortamıydı. Turistinden, elinde birasıyla arkadaş gruplarına, apaçisinden, çakırkeyfine, ciksinden 10 yaş ortalamasındaki tiplere...
    Dönme dolaba bindim, The Phenomenal Handclap Band'de koptum (bu kadar hippie bi grup yok! Ben böyle hafif hippie/hafif çingene ruhunu korumayı başarmış gypsie'msi grupları çok severim! Bi de mümkünse hafif şişko Hugo tipli bi gitaristleri olsun :D), sıcaktan piştim, mentos dağıtan çocuklarından bikaç tur mentos sömürdüm...
    Ama Mika mükemmeldi ya... Evime alıp beslemek, yatmadan önce muzlu süt eşliğinde Alice Harikalar Diyarı'nda okumak istedim resmen. Relax! diye hoplata zıplata, kırmızı-beyaz çizgili t-shirt'üyle fırladı sahneye. Hop orda hop burda! Grace Kelly, Rain, Happy Ending, Blame It On The Boys'da kalabalık kendinden geçti. Mika öyle bi dans ediyo ki... Performansı çok iyiydi. Kostümlerinden, yer çekimine karşı gelen dansına, rengarenk ekibinden, devasa balonlu dekorlarına her şey mükemmeldi. Bu kadar büyük bi kalabalıkla endorfin salgılamamıştım hiç.
    Mika'yı izlerken düşündüm de, insan sevdiği işi yapmalı. Ne kadar mutluydu adam öyle, bayılıyo sahnede olmaya. Gözlerinin içi gülüyodu klişesi vardır ya, şehir efsanesi değilmiş.



    Üstünden henüz bi hafta geçmeden Rihanna konserine gitmem de cabası oldu. Şunu söylemeliyim ki, Rihanna Mika'ya yaklaşamadı öyle. Bi kere turkcell Kuruçeşme Arena'da Turkcell'in çekmemesi hayatımın ironilerinden biriydi ki o mahşeri kalabalıkta telefon bir numaralı ihtiyaçtı. Üstelik bi "dünya starı" Rihanna, 21:45 civarı çıkıp (hani star kaprisi? nerde assolistlik?) sadece bi buçuk saat söyledi de indi. Bi Russian Roulette bile söylemedi. Hayır kadın acayip taştı, dansları göz alıcıydı, sesi inletiyodu da yetmez bebişim yetmez... Bi şey göremedim zaten, yandaki ekranlardan takip ettim olan biteni, yarı canlıydı yani. Ve insan bi Türkçe "Merhaba!" der di mi, yoookk bi "İstanbul!" dedi o da ağır bi aksanla. Ne anladım ben böyle starlıktan... Bak Mika'ya, şakır şakır konuştu Türkçe. "Size şimdi bi arkadşaımın hikayesini anlatıcam"dan tutun "Hadi hep beraber zıplayalım!"a bilimum cümle söyledi! Canım yaa... (:
    Zaten seyirciyi avcunun içine alamadığı kendi de hisseden Rihanna, kendi de tatmin olamadan çıktı ve indi. Herkes de Bu Mudur? dedi.
    Olmadı be Rihanna.