İlk durak Taksim... Öncesinde tabi metroya kadar inip telefonun evde şarjda kaldığını fark etmenin insanın resmen böğrünü yakan acısıyla yüz yüze geldim. Hayır telefon bu... Bi de sergi için arkadaşımla buluşçam falan... Olmazsa olmaz, yani ney dersine giderken neyimi unutsam bu kadar koymazdı. (Telefon ne illet şeymiş ya..)
Tüm o yolu geri dönüp bi de üçteki derse geç kalabilitenin paniğiyle koştura koştura gittim, neyse ki de yetiştim. Bu arada ney hocam neyi tersinden, düzünden, yedi deliğinden, bilimum şekilde üfleyerek bir "Yetenek Sizsiniz" kaçkını olduğunu da ispatladı.
Sonra ordan bi koşturmaca daha... Doğru Nişantaşı'na... Planlanandan küçük bi rötarla arkadaşımla buluşup Portakal Sanat Evi'ni soruşturmaya başladık. Soruşturduğumuz adres de Midnight Express. :) Sorma amacıyla butiğe girip, birbirinden güzel ve pahalı tasarımları tek tek ellemek ve hiçbirini almadan "Aaa... Aslında biz bunu sorcaktık... Görüyo musunuz işte hihi :)" şeklinde sanat galerisinin adresini de öğrenip çıkmak paha biçilemez. (Ve evet, butiği ürünleriyle, satış elemanlarının bilgisiyle, vitrindeki takılarından, fiyat etiketlerine her şeyiyle sömürdük. Ama Midnight Express yaa... insanın içinin yağlarını eritir.)
İkinci istikamet. Portakal Sanat Evi. Monet'den Picasso'ya Batı Resminin Büyük Ustaları.
Sergi oldukça güzel. Galerinin iki küçük katında Dali, Monet, Manet, Picasso, Miro, Renoir.. Bayacak uzunlukta da değil. Her şey tam kıvamında, olması gerektiği gibi. Işıklandırma über cool. :) Sadece eserler aydınlıkta, geri kalan her şey karanlık. Çok mistik. :) Ve resmin en ufak renk değişimini yakalatacak kadar da zekice...
Eserlere zaten söz yok! Birbirinden mükemmeller. Resimde İspanyol algılayışına taptığımı söylemiş miydim? Bugün bunu bi kere daha hissettim de. İspanyollardaki bu algı nerden gelmektedir, gözlerindeki merceği kim ayarlıyor, gerçekten? Miro da Dali de Picasso da beni benden alabiliyorlar her seferinde. Hayır, deforme bir yüzün üstündeki pörtlek gözler, kırmızı bir surat, saçsız üçgen kafa üstündeki şapkanın nesi bu kadar etkiler insanı ya??
Bu arada ikinci katın hemen başlangıcındaki eskizler de yemeden yanında yatmalık. Ve yine Picasso ve Dali imzalılar. Eskizleri tuval resimlerinden daha çok seviyorum. Kağıt üstüne mürekkep, kurşun kalem... Daha samimi. Daha minimal. "Çizerken şunu da düşünmüş yaa..." dedirtebilen, daha kusur gösteren ama daha canlılar. Minikler yaa :)
İkram olarak da Monet'nin sevdiği haşhaşlı limonlu kek vardı ki... Hmmm... Tadı damağımda kaldı, ki minnacıktı yani, hakkaten tadımlıkmış. İkinci kere almaya çalıştık tabi ki "züğürt öğrenci" profiliyle; ancak bu girişimimiz büyük hüsranla sonuçlandı.
Sergiden koparabildiğimiz bir diğer şey de eserleri sergilenen tüm ressamlara dair bilgiler içeren sergi kataloğuydu ki, "Öğrenci misiniz?" diye sorup acıyan gözlerle hediye edilmiştir. O kadar mı züğürt gözüküyorduk?? Neyse binlerce teşekkür edip, kataloğu hemen çantaya atıp sıvıştık. :) İspanyol eserlerini de çekmeyi ihmal etmedim tabi; ama laptop'ı açma amacımın ödev yapmak olduğunu hatırlayınca onları yarın paylaşmak daha mantıklı geliyor. (Ve evet... 21:00'den beri "ödev yapıyorum".)
Sonrasında da Starbucks'ta oturup, engelleyemediğimiz kahkahalarla çevredekileri iyice rahatsız ederek kalktık... Çok hoş bi gündü.
Özetle:
- Taksim haftasonu çekilmez derecede kalabalık. İğrenç... Her yer vıcık vıcık et parçası. İnsanlar da nefret ettiğimden değil, insan dozaşımından nefret ettiğimden. İğne atsan yere düşmeyebilir.
- Nişantaşı Midnight Express ağız sulandırır, dikkat. Hele o parçalara dokunup hüzünlü gözlerle bakıp hiçbi şey alamadan çıkmak can yakıcıdır. Uyarmalı.
- Portakal Sanat Evi sergi gezmek için ideal. Şiddetle tavsiye edilir. (Ancak Batı resminin büyük ustaları sergisi bu pazar bitiyo, o ayrı.)
- Starbucks'ta 10 kuruşları cüzdanın dibinden çıkarıp çıkarıp, siparişin tam fiyatını vermek ve tezgahtarın o kuruşları sayarken deliye dönmesini izlemek (eee... Starbucks tezgahtarı alışık değil tabi bunlara) acayip keyifli.
- Bunun üstüne, bütün parayı bozdurmadan eve gururla giderken annem arayıp bi simit almamı söyledi. Ve canım acıdı. Bi an hayattan bile soğudum. Ne yani, 10ytl'mi Starbucks'ta bozdurmamak uğruna havuçlu kekin yanına bi içecek bile almamışken, hem de bunu 10 kuruşlarla başarmışken, akşamın yedi buçuğunda bir simit için mi bozduracaktım? Yapılır mı bu ya, nası kıyılır o 10 liraya... bi simit için...
- Ama emir büyük yerdendi ve almak zorundaydım. 10 liramı bir simit için bozdurdum. Ve bozulan para elde kalmadı. Dönerken de bir adet VOGUE aldım. :):)
- Her şey iyi güzel de elde bir adet VOGUE, bir adet simitle eve dönerken sırtımdaki ney yüzünden "şşştt.. Grafiker!" şeklinde laf yememe ne demeli??!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder