29 Mayıs 2010

Venus vs. Mars

Yüzyıllardır süregelen durum: Kadın ve erkek arasındaki fark.
Saç rengimi değiştirdim.
Bi kızın tepkisi (görür görmez): Aaaaaaa! Kızıl yapmışsın! Ay inanmıyoruum! Kestane, ama ışıkta kızıl! Yüzünü yumuşatmış tatlım, çok güzel olmuşsun. Olgun göstermiş. Çok iyi yapmışsın!
Bi erkek (en iyi ihtimal 24 saat sonra): Ya ışıkta saç rengin açılıyo, hiç fark etmiş miydin?

27 Mayıs 2010

Entelin Günlüğü 2

ÖNEMLİ NOT: Bu entelin günlüğü dalgası tamamen eğlence amaçlı, ciddi hiçbi tarafı yok. Kendi ağzımdan falan değil yani, sakın ha!

"Sevgili günlük,

Dün bikaç arkadaş eski Türk filmlerini topladık, izledik. Bayılıyorum bu nostalji film günlerine. Eskiden insanlar daha çok emek veriyormuş yaptıkları işlere. Şimdiki piyasa ünlülerini, iki yerde modellik yapıp oyunculuğa dalan piyasa insanlarını gördükçe içim acıyo... Hayır evimde televizyon da yok, ben bile bu kadar rahatsız oluyosam... Ama eski filmler şimdikiler gibi mi... Çok doğal, çok yoğunlar. Her sahnede göndermeler var. Zamanında gülüp geçmişler de bilmiyolar ki o sahnelerin her biri ne absürdizm, katarsis, ne diyalektik, ironiler dolu... Hepsi tek tek incelemeye alınmalı aslında... Yoksa Nouvelle Vague akımından mı etkilenmişler, diye düşünmeden de edemedik.
Piyasa demişken son bikaç zamandır ne bu Twitter çılgınlığı? Sosyal medyaya kılım zaten. Yok feysbukmuş, yok yonjaymış, şimdi de twitter'ı çıkardılar başımıza. Eline klavye alan yazar oldu, bu mudur? Hayır güzel yazan var yazamayan var. Bi de resmen teşhircilik yahu... Tamam herkes bi gün 15 dakikalığına ünlü olcak da, böyle mi olacaktı? Adam gibi alırsın eline deri kaplı Moleskine'ini, gidersin Susam Kafe'ye köşede bi yerde bütün gün yazarsın.
Akşam da bunca trajediye üzülüp efkarlanıp açtık rakıları. Nefret ederim biradan, vodkadan. İçceksen al rakını iç abi, ohh mis gibi anason koksun... Meze falan da istemem, param yok zaten bu ara. Biz sanatçılar kıt kanaat geçiniyoruz, twitter ünlülerine benzemeyiz biz..."

21 Mayıs 2010

Good Things Come In Small Boxes

İlkokuldaki boy sıralarında hep en öndeydim. Okul formasını en küçük beden alıp bi de beline lastik geçirmek zorunda kalırdık da yine de hep dizimin altına gelirdi o etekler.
Yedisinde neysem şimdi de oyum e haliyle. Evet hep kısaydım, hala da öyleyim. Şimdi tabi "kısa" gibi çocuksu bi tabir yerine "minyon"a sığınıyorum, o ayrı.
Yok benim kompleksim yok valla da diğer insanlara noluyo, onu anlamıyorum
Az voleybol kurslarına gönderilmedim ben... Eve şu dandik basket potalarından bile alındı be ben uziyim diye de nuh dedim peygamber demedim valla. Tabi bilimum litre içirilen sütü hiç saymıyorum. Anne babam bile bi endokrinoloji vakası olarak yaklaşırlarsa olaya ee haliyle "kısayım ben, ühüühühü!" diye gezerim yani.
Bi keresinde oldukça patavatsız bi arkadaşım, henüz tanışma faslında adımdan önce boyumu sormuştu da "yuh!" demiştim.
Björk konserinde de, arkamdaki kızla muhabbet ederken (ne kadar kafa gözükmüştü muhabbet başında!) "Ya ben kendime üzülüyodum da sen napçan, nası görcen?" diye sormuştu. O kırmızı rujunu tüm yüzüne yayasım geldi. Konserler çok ayrı bi mesele ama... Hevesle gidilen konserden sadece ense izliyip dönebiliyorum. Neyse ki insanlar çoğu zaman sırtlarına alıyolar da bikaç şarkı kurtarıyorum. (Evet kompakt tipleriz biz, hop sırtta hop omuzda)
Konser demişken toplu taşıma da oldukça zor. Şöyle elini bi atıp üstte tutunacak bi yerler bulan umarsız cool tiplerden olamadım hiç. Tutunacak yerler hep kapılmıştı çoktan benim için.
Bi de insanların minyonluğu kırılganlıkla özdeşleştirme durumu var ki gerçekten tapıyorum. Hiçbi zaman sıra itme, yok efendim perde asma, eşya yeri değiştirme, bişeyler taşıma gibi işleri yapmam. Hayır yeltenirim de tam o anda bi insan evladı "Ayy yok tatlım sen yapma, taşıyamazsın şimdi", ya da masa/sıra söz konusu olduğunda "Ay itemezsin sen şimdi" diye atılır da kurtulurum. Ama gerçekten masa falan itemiyorum... Psikolojik midir nedir? Yeni su aldığımda şişeyi bile açamıyorum ya böyle konuştuğuma bakmayın. İnsanlarda merhamet & sempati uyandırabilme güzel bi yetenek cidden.

Ha bi de bu minyonluk zamazingosundan her yere sığıyorum. Geçen gün yanımda oturan çocuk "Benim dizimin sığmadığı yere ayaklarını uzatıyosun!" dedi de iltifat olarak aldım napiym. Herkes sıraların küçüklüğünden yakınıyo da iyi böyle bence. Daha büyütürlerse masaya oturururum valla protesto amaçlı, zaten yazarken falan sandalye-masa arası açıklığı yeterince zor benim için. Bi de kimsenin kitabı defteri sıra altına sığmazken benim hepsi sığıyo, noluyo lan? Paranoya geliştirdim resmen.

Yalnız "Üzülme canııım, minyon kadınlar daha çekici oluyomuş", "Kısa boylular daha seksi yalnız." tesellilerini bırakalım. Züğürt tesellisi bunlar. Benim gibi bi buçuk metre bi kızla 1.70 küsürlerde ince uzun başka bi kıza aynı miniyi giydir, bakalım hangimize dönüyo kafalar?
Şey olayını da kesmeliyiz: "Shakira da 157'ymiş duydun mu!!", "Kylie Minogue 150 be, minnacık", "Bak Olsenler de senin kadar", "Geçen gün Sertab Erener'i gördüm, valla senin kadar bişey" vesaire. Bende Shakira gırtlağı, Kylie Minogue seksapeli, Olsen ikizlerinin dolabı, Sertab Erener sesi olmadıkça nereye?

Mümkün olduğunca kısa tutmak istiyorum postlarımı; ama arkadaşlarımla fotoğraflarımı anneme gösterirken, iki iri insanın arasında ironik olsun diye çektirdiğim fotoğrafa annemin baktıktan sonraki tepkisini de yazmazsam olmaz: "Hepiniz ayakta mısınız?"

Diyeceğim o ki, minyonları sevelim sayalım koruyalım. Mümkünse boylarını yüzlerine vurmayalım, özürlü muamelesi çekmeyelim. Hem bodur tavuk her dem piliç, unutmayalım. Ha bi de uzun-kısa ilişkilerini onaylayalım, dünya boy denge profiline ancak böyle ulaşabilir.

18 Mayıs 2010

Biri Olmalı

Kafan karıştığında her şeyi anlatıp düğümleri çözmeye çalışacağın,
Beraber bıkmadan usanmadan her şeyi en başa sarıp tekrar tekrar analiz edebileceğin,
Yeri geldiğinde en saçma geyikleri çevirebileceğin,
Bilimum farklı hayvani ünlemlerle kahkahalar atıp çevre masadakileri teker teker kaldırabileceğin,
Hatta aynı kahkahalarla (BeerPort adlı bi mekanda bile alkol almamış olmana rağmen) kafa 1500 moda girebileceğin,
Yeni saç rengini ilk ona göstereceğin,
Profiterollü pastanın yetmeyip bi de frambuazlı cheesecake bölüşebileceğin (hey maşallah!),

Yan masadaki kemik çerçeveli gözlüklü, Macbook'lu, parmakarası terlikli "Cihangir Boy"u kesebileceğin,
Biri olmalı ya böyle bildiğin.

Alakasız not: Kemal Kılıçdaroğlu CHP Başkanlığına aday olmuş. Hayırlı olsun vesaire vesaire... Apolitiklikten öldüğüm için olaya farklı bi boyut getirmek istiyorum: Ya iyi olmuş, hoş olmuş, bol şans da adamda tam bi tıfıl tipi var ya. Başkan dediğin höt! dedim mi susarsınız, tipte olcak. Bu Gandhi'den hallice, Oğuz Aral'ın Avni'sine hafif kayan tip bende itaat isteği uyandırmıyo gerçekten.

16 Mayıs 2010

Kal Gittiğin Yerde Mutlu Oool (:

Dün GSÜ Fest'teydim. Organizasyon eksikti, bi kere girişte bilet milet hiç bakmadılar, ben de adam yerine konulmadığım için üzüldüm. Sonra anons yaptılar: "Herkes dışarı çıksın, bilet kontrolü yapılcak." Sonra o kadar insan hepimiz dışarı çıktık, sıraya girdik, biletlerimiz kontrol edildi. Biraz absürddü. O aradaki zaman da tamamen ordaki standlara para kazandırmak içindi kanımca. Ve kapitalizmin bu pis oyununa Kahve Dünyası Standı'ndan aldığım bi mocha'yla katılmış bulundum. Hayır ben kapitalizmin oyununa sadece Converse alarak katılmak istiyorum, hiç gerek yok böyle atraksiyonlara... (: Neyse ya, iyi dalga geçtim. :D

Konserlere kadar da açıkçası bi şeyler atıştırdık, Brownie'lerden bi paket alıp inanılmaz bi hızla da bitirdik (:

Güya 20:00'de çıkması gereketen Teoman da muhtemelen arkada bi yerde içtiği için 21:30'a doğru çıktı. Star kaprisi olmadığından eminim de, yapma be Teo, gel sahnede iç yani... Neyse ki en öndeydim, Teo da iyi söyledi kerata (tabi o kadar alkolle), karizmatikti de yatıştık biraz.
Teoman bi de çok eşlik edilesi ya, seviyorum o bakımdan. Herkesin hayatında bi şekilde var onun şarkıları. En müzik dinlemeyen insan bile, onun şarkı sözlerini bilir. Bağıra çağıra eşlik ettik. (:
Teoman ne kadar karizmatikse, Kenan da o kadar sempatikti. Mor pantolonundan, mimiklerine, her seyircisinin tek tek gözünün içine bakmasından, dansına, Ozan'ına... (: Çok içtendi, işini tutkuyla yaptığı her halinden belliydi. "Sahnesi çok iyiydi" derler ya, aynen öyleydi... En önde olduğum için de eğildiğinde elini tuttuğu kızlardan biri olabildim, hani şu çığlık çığlığa bağıranlardan. (:

13 Mayıs 2010

Botero'nun Obezleri ve Bunka

Botero'nun kendi otoportresi

Bugün okul çıkışında Pera Müzesi'nde Botero'nun sergisine gittik, annem ve bi arkadaşımla beraber.
Resimde İspanyol anlayışına tapıyorum! Tamam Botero Kolombiyalı; ama ana dili İspanyolca ve bol bol da boğa güreşidir, arenadır... resmetmiş yani. Sergi 18 Temmuz'a kadar devam ediyor, gidip gezilesi.


Resimleri tam 3D ya, mükemmel. Ne bliym o rengarenk tablolarına ekmek banasım geldi, üstlerinde zıp zıp zıplayasım geldi... Hele natürmortlarındaki objeler dandik bi pastaneden alınmış özel yapım, şekilli, bol krema ve gıda boyasıyla renklendirilmiş ilkokul çocuğu doğumgünü pastaları gibi. (Bu bir iltifat, evet!(: )

Ve çizdiği o dobiş dobiş kadınlar kendimi 0 beden gibi hissettirdi, o ayrı bi Botero sevme nedenidir. Göbek yağları bu kadar gerçekçi ve renkli çizilemez, adamda yetenek var. (: Ama o dobiş dobiş insanların popoları kaslı bu da ayrı bi mesele... Neyse olgunluktan çok da uzaklaşmadan devam ediym.


"Şişman insanlar resmediyorum, çünkü yuvarlak hatlar ve hacim, insanı ve doğayı, yaşama sevincini yansıtıyor" 

 


Sonrasında da Cafe Bunka'da oturduk. Cafe Bunka, meydana doğru giderken hemen solda, dolmuşların kalktığı yerde, oldukça hoş, minik bi uzakdoğu kafesi. Şifon kekiyle ünlü. Biz bugün kahverengi pirinçli Japon çayıyla yasemin çayı aldık, kokularına da tatlarına da doyamadık.

10 Mayıs 2010

Mavi Don

Ben de büyüyünce böyle sansasyonel bi şekilde istifa etmek istiyorum. Kasetli masetli, olaylı falan. Dilekçeyle istifa etmicem, ne bliym insanlar donumun rengini konuşsun, gündeme oturiym, son bombamı patlatiym de öyle istifa ediym. Hatta giderken arkamdan The Godfather Theme falan çalsın mümkünse.

Bi de bi gün hafif atarlı birisine "Sen benim kim olduğumu biliyo musun, hı?" falan yapmak ve tabi ki önemli bi şahsiyet de olmadığım için, karşımdaki daha cevap veremeden, onun o gafil avlanma anından yararlanıp sıvışmak istiyorum.

Son olarak çok klişe bi film sahnesi yaşamak istiyorum ya. Vurdulu kırdılı bi sahne olmaması tercihimdir. (Öyle damdan dama atlamaya, yok efendim jartiyerimden silahlar/bıçaklar çıkarmaya, gökdelenlere ninja kıyafetleriyle tırmanıp camı daire şeklinde çizdikten sonra keserek içeri sızmalara bi de üstüne alarm sistemini kapatmalara gelemem ben... En fazla örümcek ağıyla oraya buraya yapışırım.)
Tabi  bunların hiçbirini henüz yapamayacağım için, şimdilik alçakgönüllü (öhöm!) isteklerde bulunarak tatilden önceki son cuma çıkışında şöyle hafif fresh, çilekli, mümkünse pembe, bacardi'li, pipetli bi kokteyl içmek istiyorum. Kırıntı'da Sweet Baby olabilir mesela, olmadı Asmalımescit'te bi narlı mojito, Midpoint de göz kırpmakta... Aman aman. (:

8 Mayıs 2010

Murphy'nin pislikleri

Okula gerçekten geç kaldığım sabah metroya tam inmişken kapı yüzüme bamm! diye kapandı. Her şey kabul, tamam da, içerdeki kadının bıyık altından gülmesi yok mu.. Çok koydu be.

Sınav haftalarından sonra ilk defa tüm Cumartesi boşken (ve bu günü özenle planlamışken), birlikte planladığım kişi gelemiyor, ve bunu bu sabah öğrendim. Bof.

Edebiyatta dandik bi piyes oynuyoruz ve bi buçuk metrelik boyumla SERVİnaz rolü bana verildi. Hayır kompleksim falan yok da bu şekilde yüzüme de vurmayın ya, yazıktır günahtır.

Bademciklerim şişti ve havaların da ısınmasıyla okulda mokulda herkes elinde dondurmayla geziyor.

Murphy çıkışa gel, çıkışa!

3 Mayıs 2010

Entelin Günlüğü



"Sevgili Günlük,
Bu sabah hiç kalkasım gelmedi. Dün Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf üçlemesini izlerken daha üçüncüye gelemeden kanepede uyuyakalmışım, her yerim tutulmuş. Ama Neyse ki Semih var da insomnia'mdan kurtuldum, mışıl mışıl uyuyorum.
Kadıköy'deki sahaflara gitmem gerekiyordu. Çünkü Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nin son basımı yetmiyor, en aşağı 1930 tarihli bi basımını bulsam alsam elime Cihangir'de takılsam... Aradım; ama bulamadım. Neyse ki sahaflar var da orda burda bırakıp kaliteli okur havası yaratacağım kitapları üç beş kuruşa alabiliyorum. Kaliteli okur falan demişken bi ara gözlüklerimi de kalın kemik çerçevelilerle değiştirsem iyi olur. Bi de bikaç 45'lik de baktım. Evdeki gramafon çalışmıyor; ama itunes kullandığımı belli etmemek için her hafta elimde yeni plaklarla dönüyorum eve.
Ha bugün bi de metroya binmek zorunda kaldım. Neyse ki tenhaydı. Yoksa bu metropol araçlarını anatomik olarak kaldıramıyorum hiç. Vapur ve tramvaydan gayri vasıta tanımam. Hele vapurda... Köşeye geçip denizi izleyip 'Hayat ne garip, vapurlar falan...' diyebiliyorum.
Metroda üstünden başından kapitalizm akan bi kızın elinde Starbucks bardağı gördüm. Yani bi Smyrna Kafe varken, Sembol varken niye Starbucks? Kafein ihtiyacı gayet güzel, dolabın köşesinde kalmış herhangi miktarda neskafe ve organik sütten sağlanabiliyor. Neyse ki Amerika var da oyununa geliyoruz...
Aynaya bi baktım da saç-sakal-tırnak almış başını gidiyor. İyi iyi, daha uzatırım ben. Hem vaktim yok bakıma falan senarist adamım ben."

Evet eğlendim. (: 'Neyse ki entel değiliz de böyle günlük yazmıyoruz Moleskine'lerimize.' (: